29 Kasım 2016 Salı

Kırk Yıl Hatırlı Sohbetler; ''Matruşka''

 

    KIRK YIL HATIRLI SOHBETLER; ''MATRUŞKA''



   Yakın zamanda, üniversite yıllarımda tanışmış olduğum,sohbetlerine bir türlü doyamadığım ve dinlemekten büyük keyif aldığım bir büyüğüme rastladım. Tesadüf bu ya yıllarını, Hollanda merkezli büyük bir şirketin İstanbul kolunda yönetici olarak geçiren saygıdeğer büyüğüm kendisine ve ailesine biraz zaman ayırabilmek, rekabet piyasasının ezici yoğunluğunda biraz da olsa nefes alabilmek için soluğu Akdeniz kıyılarında almış. Denize nazır bir kafede, keyifle kahvesini yudumlarken rastladığım bu zatı muhteremi bir kahve içmeden bırakır mıyım hiç? Malum, kahve bahane derler..

   Havadan, sudan başlayan sohbet tabi ki dönüp dolaşıp çalışma hayatına geliyor. Başka ne olacaktı zaten, bir yanda mesleğine sevdalı ben diğer tarafta yılların başarılı yöneticisi, hatta tabiri caiz ise yönetim kurdu! Bir kaç dakika geçtikten sonra benim mesleğime nasıl bir tutku ile bağladığımı hemen anlıyor tabi;

   - Eee Eda'cığım, insan yaptığı işi severek yapıyorsa anca o işin hakkını verebilir. Eğer bu ülkede her işin, her görevin hakkı veriliyor olsaydı şu anda Türkiye ve Türkiye ekonomisi için bambaşka şeylerden konuşuyor olabilirdik.

   -Herkes yaptığı işi sevemiyor tabi kaldı ki herkes sevdiği ve yetenekli olduğu mesleği seçemiyor bile bu ülkede. Başta eğitim sistemimiz izin vermiyor buna. Yalnızca konu komşu ne der mantığı ile puanının yettiği ama kapsamını hiç bilmediği bir bölüme yerleşen gençlerin sayısı dudak uçuklatabilir. Diyelim ki bu gençler bir şekilde adapte oldu o mesleğe, o vakit de şirket yönetim politikaları hevesleri kursaklarda bırakıveriyor. Yönetim zor zanaat, hele ki liderlik...

   -İşte burada çok haklısın, iyi bir yönetici adildir ve adaleti ile insanların memnuniyetsizliklerini dengeleyebilir. İyi bir lider ise, adaleti insanların kendi vicdanlarına teslim eder. Böylece insanların özdenetimini ve özgüvenini harekete geçirir. Kötü yönetici ya da lidere gelince; o adeta adaletten bi haberdir. İnsanların ruhlarını yorar, özgüvenlerini ve inançlarını kırar.  Ancak insanları iyi yönetebilmek, bu cümleleri kurmaktan çok daha zordur. O yüzden biraz daha insaflı eleştirmeli ...

   - Sahi, siz bu işi yıllardır yapıyorsunuz. Açıkçası birlikte çalışmamış olsak da, iyi bir insan olduğunuz kadar iyi bir yönetici hatta lider olduğunuzu düşünüyorum. Bir yönetim anlayışına ''yanlış'' ve bir yöneticiye ''kötü'' diyebilmem için, iyi bir yönetimin ve yöneticinin nasıl olması gerektiğini de bilmem gerekir. (Gülüyor..)

   - Yönetim bilimlerinin ve sosyal bilimlerin en zor yanı, genel geçer kavramların azlığıdır. Matematik değil ki formülünü vereyim ve sen 2'nin yanına her 2 ekleyişinde 4 eder diyebilesin... Mümkün değil!  Bazı şirketler faaliyet alanı ve şartları sebebi ile daha katı bir yönetim anlayışı gerektirir. Bazıları ise profesyonel bir esneklik ister. Farklı, çok farklı.. Ama yinede iyi bir lider için ayırt edici bir kaç şey söyleyebilirim;
  • İyi bir lider/ yönetici öncelikle VİZYON sahibi olmalı, yönünü yolunu çok iyi bilmeli. Yoksa; nereye gitmek istediğini bilmiyorsa ve gitmesi gereken istikameti netleştiremiyorsa peşinden onlarca insanı nereye götürecek? Yol haritana güvenemiyorsan; hiç kimseden, seni takip etmesini isteme hakkın yok.

  • Öyle her şeye müdahale etmeye kalkmayacak. Kötü bir lider/yönetici tüm yönetim sürecinin kilit noktasında olandır. Hani onu oradan çekip alıversen maazallah işletmenin çarkları duruverecek. Olan bitenden hemen haberdar olmak ve ne yapılması gerektiğini kendisi belirlemek ister. Büyük önderler ise işlere ne zaman müdahale etmeleri gerektiğini, ne zaman ise akışına bırakmaları gerektiğini çok iyi bilir. Üstelik bu doğrultuda baktığında kötü bir yönetici olmak gerçekten yorucu bir iştir. Telefonların asla susmaz. Her dakika biri ya da birileri, şirkette yaşanan bir sorunu anlatmak ya da ne yapacağını sormak için olur olmadık yerde başını ağrıtabilir... (İkimizde gülüyoruz...)

  • İyi yöneticiler, insanlara doğru bildiklerini yapma şansı verir. Maalesef bu bizim toplumsal sorunumuz Eda'cığım. Eğer sen oturduğun koltuktan bir mühendise işini nasıl yapacağını anlatmaya kalkıyorsan - tabi sen de bir mühendis değilsen- ilerleyemez, büyüyemez ve ondan verimlilik bekleyemezsin. Çünkü elindeki insanı tam kapasite ile kullanamıyorsun bile daha... Bıraksan belki de yılın mühendisi olacak, ödüllere layık bir iş yapacak ama sen izin vermedikten sonra içinde cevher gömülü insanları işe almanın hiç bir anlamı yok öyle değil mi?
   -Eğer öyle ise; sanırım,  ben henüz iyi bir yönetici ile karşılaşamadım!

( Daha yolun çok başındasın diyerek bu gelişigüzel tepkime, uzunca bir kahkaha atıveriyor ve devam ediyor)

   - Çok başarılı bulduğum ve kitaplarını okumaktan büyük haz aldığım İngiliz reklamcı David Ogilvy'i örnek vereceğim sana. Kitaplarında; yaşamı boyunca sadece kendinden daha zeki olan insanları işe almaktan yana olan bir insan olduğunu vurguluyor. Hatta  mesleğim henüz başlarındayken okuduğum bir bölüm oldukça ilgimi çekmişti.

Her zaman ofisinde bir Rus matruşka bebeği bulundurduğu yazıyordu. Bebeğin ofiste olma sebebi ise;
Gerektiğinde insanlara bu bebeği göstererek, “Eğer biz, kendimizden daha küçük insanları işe alırsak cüceler şirketinden başka bir şey olamayız. Ama, eğer her birimiz, kendimizden daha büyüklerini işe alırsak, bir devler şirketine dönüşürüz.” mesajını verebilmek şeklinde açıklanmıştı. Zekice bir anlatım değil mi?

   - Eee reklam da onun uzmanlık alanıymış. Herkes uzman olduğu şeyi yapabilmeli demiştik.. Bu kısmı çok iyi öğrendim, algıda seçiciliğe güzel bir örnek teşkil ediyorum. ( yine uzun bir kahkaha atıyor.)

Son olarak;
  • iyi bir yönetici; insanı etten ve kemikten bir varlık olarak görmeyi bir kenara bırakmalı. Ruh doymadan göz de doymaz! İnan bir insanın ruhunu doyurmak, gözünü doyurmaktan çok daha maliyetsiz ve karlıdır. Büyük Okyanus'un güneyinde bulunan Solomon adalarını duymuş muydun? Orada yaşayan yerlilerin ilginç bir ağaç kesme yöntemi varmış. Teknolojik nimetlerden mahrum olan bu yerliler, baltayla kesemeyecekleri kadar kalın bir ağacı üfleyerek deviriyorlarmış… Şaka değil, üf-le-ye-rek. Baltayla deviremeyeceklerini düşündükleri ağacın karşısına hep birlikte dizilip bir ağızdan ağaca kötü sözler fısıldıyorlarmış. Bunu yaparken her bir ağacın içinde bir ruh taşıdığına inanıyorlarmış. İnanç işte... Kötü fısıltıların bu ruhu gücendirip ağacı terk etmesini bekliyorlarmış. Ve haklı da çıkıyorlarmış. Bir süre sonra ağaç kurumaya yüz tutuyor, ardından da devriliyormuş. İnanmak zor olabilir hatta benim gibi gülüp geçenlerde olmuştur… Ancak burada önemli olan olayın gerçekliği değil, keşke herkes o yerlilerin ağacın içinde farz ettiği ruhun insanlarda da olduğuna inanabilse. İşte o zaman, kendimizi iyi bir insan ve iyi bir yönetici olma yolunda koskoca bir adım atmış sayabiliriz Eda'cığım.
Her ne kadar istemesem de muhabbetin sonu geldiğimizde, harika bir kahve sohbetinden daha fazlasını aldığıma inandığım bu keyif dolu bir saat için kendisine teşekkür ederek, oteline uğurluyorum. Ardından kendime bir kahve daha söyleyip, iki soru ile baş başa kalıyorum;

     1. Artık, kötü bir yönetim anlayışı ile iyi bir yönetim anlayışı arasındaki farkı, gereğinden fazla zaman kaybı yaşamadan anlayabilir miyim?

     2. İleride bir gün, kötü bir yöneticiyi eleştirebilecek kadar iyi bir yönetici olabilir miyim?

Ben kendi cevaplarımı biliyorum, peki ya siz?




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder