27 Nisan 2017 Perşembe

Yönetim Dehası ''Maestro''


                   YÖNETİM DEHASI ''MAESTRO''

   Eski Yunancada dans etmek anlamında kullanılan ''orkhestra'' kelimesinden türemiş olan ''Orkestra'', yeniçağın başından itibaren çeşitli sazların bir araya gelmesiyle kurulan toplulukları ifade etmek amacı ile kullanılmıştır. Günümüzde orkestralar için; dört ana enstrüman grubundan çeşitli elemanların birlikte müzik yaptığı, büyüklüğü esere göre değişebilen çalgılar topluluğu tanımlaması yapılmaktadır. Tahta üflemeli çalgılardan vurmalılara, yaylılardan bakır üflemelilere kadar yaklaşık 20 çeşit enstrüman.. Davullar, ziller, trompetler, viyolanseller, arplar, kemanlar, piyanolar, klarnetler... Ses rengi ve yapısı birbirinden farklı olan onlarca enstrüman bir arada ve başlarında da birbirinden farklı karakterlere, yeteneklere sahip onlarca sanatçı. Hepsi aynı anda sahnede ve her bir enstrümandan aynı anda sesler yükseliyor... Normal şartlar altında bir gürültü kirliliği oluşturmasını beklediğimiz tüm bu sesler; bir orkestra şefinin, tek bir kelime dahi etmeksizin, elinde tuttuğu bir çubuk yardımı ile ya da bazen yalnızca ellerini kullanarak doğru tempoyu göstermesi ile muhteşem bir müzik şölenine dönüşüveriyor. Nasıl oluyor da bir insan, hiç ses çıkarmadan, elindeki çubukla, hatta bazen sadece ellerini kullanarak yüzlerce müzisyenin enstrümanından çıkan seslerden tümüyle sorumlu oluyor ve harika bir müzik şöleninin ortaya çıkmasına öncülük ediyor? Bir İK'cı olarak bu soruya tam bir yanıt vermem mümkün değil tabi ancak her zamanki gibi beynim, okumuş olduğum bu bilgilerin içerisinden, yine çalışma hayatına dair bir şeyler çekip çıkartıveriyor.

   Sizce de bir orkestra ile bir şirket birbirine oldukça fazla yönden benzemiyor mu?


   Farklı sesler, farklı karakterler, farklı yetenekler aynı amaç doğrultusunda bir arada! Bir de Yönetici faktörü var tabi, tıpkı orkestra şefi gibi.. O halde konuyu iyi bir yönetim stratejisine bağlamadan önce, şu orkestra şefine daha detaylı değinmekte fayda var.

  Bir Orkestra Şefli Tam Olarak Ne Yapar, Orkestrayı Nasıl Yönetir?


   Bir orkestra şefinin en temel görevi, doğru tempoyu yakalamak ve göstermektir. Çünkü ancak doğru bir tempo yakalanırsa, birbirinden farklı onlarca hatta yüzlerce ses, bir bütün halinde, güzel bir esere dönüşebilir.

   Şef, gerekli gördüğü durumlarda kimi sesleri bastırırarak kontrol altında tutar, kimilerini ise öne çıkararak esere kendi yorumunu katar. Bunu gerçekleştirirken keskin bir otorite kullanır ancak bu sessiz, dingin ve birleştirici bir otoritedir.

   Orkestradan çıkan her bir sese kulak kesilir, büyük bir dikkat ile dinler.. Her bir sese değer verir. Çünkü o seslerden biri dahi olmasa parçalar eksik kalacak ve bütün tamamlanamayacaktır.

    En önemlisi ise bir orkestra şefi, bütün bir orkestranın YÜZÜDÜR! Evet, siz güzel bir beste dinlersiniz ama gözlerinizi göz alıcı bir yönetici karizması ile tempo tutan orkestra şefinden alamazsınız...

   Oldukça karizmatik olan bu iş aslında hayli zordur. Şef; orkestrasına hakim olan kültürü bilmelidir, ortaya çıkacak her bestenin ne anlatmak istediğini,hangi duyguların hangi yoğunlukta seyirciye iletileceğini bilmek ve hangi parça için hangi sesi işitmek istediğini öngörmek zorundadır. Kolay iş değil yani.. Tıpkı bir şirketi, şirket çalışanlarını ve tüm şirket değerlerini doğru yönetebilmek gibi;      
 
   Kontrollü,
  Kararında bir otorite ile,
  Sakin,
  Fikirlere ve yeteneklere saygılı,
  Sorumluluk bilinci ve temsil gücü ile!!

   Kısacası, bir orkestrayı yönetmek nerdeee bir şirketi yönetmek nerde? diye düşünüyorsanız çok yanılıyorsunuz çok... Bambaşka yönetim alanları demeyin hiç! Zira ikisi içinde iki seçenek sunuyorum size;

               İYİ YÖNETİM VE KÖTÜ YÖNETİM

   Ya mükemmel bir yönetim ile harika bir müzik şölenine imzanızı atarsınız/ Kar, üretimde verimlilik, performans artışı, itibar kazanırsınız.

   Ya da kötü yönetir, seyircilerinizi arkalarına dönüp bakmadan uzaklaşacakları bir gürültü kirliliği ile karşı karşıya bırakırarak kariyerinizi sonlandırırsınız / müşteri-çalışanlarınızı kaybeder, imajınızı-itibarınızı yerle bir eder, elinize geçen tüm fırsatları yokeder ve kendi kendinizi bitirirsiniz.

Gördünüz işte... İster bir Maestro olun ister bir şirket yöneticisi! Her koşulda sadece iki seçeneğiniz var!

                          YA İYİSİNİZ YA DA KÖTÜ!





15 Nisan 2017 Cumartesi

Kabaklar ve Kafalar



                      KABAKLAR VE KAFALAR

Hiç unutmam, henüz ilkokul yıllarımda din kültürü ve ahlak bilgisi dersimize giren ve dinimize ait temel bilgileri onun derslerinde öğrendiğime şimdi binlerce kez şükrettiğim, bir **öğretmenim; her dersin sonunda; Çocuklar! derdi..

''Çocuklar sakın ha unutmayın, kabaklar çarpışır çekirdekler dökülür, kafalar çarpışır FİKİRLER dökülür''


Günümüz din adamlarının-kati suretle genelleme yapmıyorum ancak şahit olduklarımı göz önüne alarak çoğul bir ifade kullanmak durumundayım- özellikle çocuklara, bilimi ve dini adeta siyah ile beyaz olarak göstermeye çabalayan yaklaşımlarını gördükçe, bizlere her dersin başında genel kültür soruları soran ve yine her dersi aklıma kazınan bu muhteşem söz ile bitiren değerli hocamı artan bir saygı ve de minnet duygusu ile anıyorum ve konusu açılmışken kendisine teşekkürü bir borç biliyorum.

Bu cümleyi durup dururken nereden hatırlayıp sizlerle paylaşma gereği duyduğuma gelecek olursam;  14/04/2017 Cuma akşamı çok güzel bir birliktelik ile bu güzel cümleyi bir kere daha deneyimleme şansı yakaladım. Alanya sınırları içerisinde; turizmden beyaz eşyaya, gıdadan, elektronik aletlere ve hizmet sektörüne kadar çeşitli sektörlerde faaliyet gösteren pek çok Şirket/işletme' de insan kaynakları yöneticisi olarak görev yapan birbirinden güzel insanlar ile muazzam bir ortamda bir araya geldik. Konumuz; tabi ki sürekli gelişen bir dünya düzeni içerisinde, her birimizin gönül verdiği İnsan kaynakları yönetiminin değişen yüzü ve rotası idi. Hali ile konuşacak konu da, söylenecek söz de, yapılacak iş de hayli fazlaydı.

   Yaklaşık 2,5 saat süren keyifli sohbetin her dakikası, abartmadan ve tüm samimiyetimle söylüyorum, zihnimin içerisinde aynı cümleler döndü. ''kabaklar ve kafalar, çekirdekler ve fikirler...'' Ne güzel, ne anlamlı şey; birlik olabilmek, bir arada olabilmek, özgür fikir beyanında bulunabilmek, saygı çerçevesi içerisinde tartışabilmek ve masaya onlarca FİKİR dökebilmek!!

   Bizler dün akşam, tamamen farklı fikirlerden oluşan ORTAK bir AKIL oluşturduk ve dedik ki;

-Daha sık bir araya gelelim
-Daha sık fikir alış-verişinde bulunalım
Hatta gelin bu ortak aklı bir de Ortak bir çatı altında birleştirelim. Birleştirelim ki, ortaya dökülen tüm güzel fikirler yalnızca bizlerin masasında kalmasın. Daha fazla meslektaşımıza ulaşsın, ulaşalım... Mesleğimizi bir değil, bir kaç adım hatta onlarca adım öteye taşıyalım. Topluma, mesleğimize, henüz ulaşamadığımız meslektaşlarımıza daha fazla hizmet edelim. Gelin, bu mesleğe gönül vermiş güzel insanların özverileri, azimleri ve emekleri ile DERNEKLEŞELİM..

İnanmak, başarmanın yarısı imiş. Doğru! Bizler işin yarısını hallettik çoktan ve bir sonraki görüşmenin tarihini de konu başlıklarını da belirledik gitti.

Zaman bizlere neler gösterir bilinmez ama dün akşam o masaya dökülen fikirler, sonuç her ne olursa olsun, altın değerinde.

Akıl akıldan üstündür derler ya hani, üstün müdür değil midir bilinmez ama birlikte muazzam oldukları kesin!



** Saygıdeğer hocam İSMAİL KOÇAK'a, bilim ışığı ile aydınlatılmış bir din eğitimi vererek, sormayı-sorgulamayı bilen bir neslin yetişmesinde oldukça önemli bir rol üstlendiği için minnettarım. Saygı ile ellerinden öpüyor ve tekrar tekrar teşekkür ediyorum.


11 Nisan 2017 Salı

Nikola Tesla; ''Mucize değil, Mücadele''


NIKOLA TESLA ''MUCİZE DEĞİL, MÜCADELE''

İK'ya Tesla'nın penceresinden bakmak..

   İlk olarak, sıkılmadan defalarca izlediğim The Prestige(2006) isimli film ile zihnimde yer edinen, ardından bütün merakımla peşine düşüp hakkında onlarca kitap okuduğum; muazzam bir zeka, öngörü ve hayal gücü... Sırp kökenli Amerikalı mucit, fizikçi ve elektrofizik uzmanı Nikola Tesla. Yani zamanın ötesindeki adam!

   Alternatif akım, telsiz, uzaktan kumanda, radar, radyo frekans alternatörü, kozmik ses dalgaları gibi hayal etmesi bile güç olan onlarca mucizenin yaratıcısı Tesla, benim de hayranlık duyduğum karakterlerin başında geliyor hali ile. Ancak bu hayranlığın kaynağını açıklamam gerek zira elektrikle, fizikle ya da kozmik alanla yakından ilgili falan değilim. Ben, başarı hikayelerine kafayı takmış bir İK'cı olarak; Tesla'nın mücadeleci kişiliğine ve çalışma disiplinine hayranım.

   Yakın zamanda, Tesla'nın kendi kaleminden hayatını anlattığı bir otobiyografi geçti elime. Kitabın kapağında yer alan ''Gerçek ödüller, hiçbir zaman yapılan iş ve gösterilen fedakarlıklarla doğru orantılı değildir'' cümlesini görür görmez TAMAM dedim bu kitap okunmalı, bu kitaptan çalışma hayatına ilişkin bir şeyler yakalar, yorumlarım ben...Yakaladım da!
  
  Tesla'nın kaleminden dökülen bu cümle; bugüne kadar okumuş olduğum otobiyografilerden bir kenara not ettiğim binlerce şahane cümlenin arasında ''altı en iyi doldurulmuş'' cümleydi. Ne demek mi istiyorum? Hikayeyi öğrenince sanırım sizler de beni çok iyi anlayacaksınız.


   New York'da Pearl Caddesi'ndeki ilk laboratuvarında akkor lambası için pazar aramakla meşgul olan Thomas Edison'a rastladığı zaman Nikola Tesla, gençlik heyecanıyla, kendisinin bulduğu alternatif akım sisteminin açıklamasını yapar. Kendisini ispatlamaya çalışan bu heycanlı ve zeki genç karşısında Edison, "Sen teori üzerinde vaktini harcıyorsun" diyerek konuyu kestirip atar. Tesla  pes etmez, Edison’a çalışmalarından ve alternatif akım planından bahseder. Edison alternatif akımla fazla ilgilenmez ve Tesla'ya bir görev verir; Edison’un Manhattan’da kurduğu doğru akım (Direct Current: DC) santralindeki bozuk olan bir DC jeneratörünün tamiri...
   Tesla, Edison tarafından kendisine verilen görevi her ne kadar sevmemiş olsa da Edison'un kendisine 50.000 dolar vereceğini öğrenince görevi birkaç ay içinde tamamlar. Doğru akım santralindeki sorunları beklenenden çok daha çabuk çözer. Edison’un kendisine söz verdiği ücreti talep ettiğinde, Edison son derece laubali bir soğukkanlılık ile “tam bir Amerikalı gibi düşünmeye başladığında Amerikan şakalarından da anlayabileceğini” söyler ve bir ücret ödemez. Tesla derhal istifa eder. Kısa süren birlikte çalışma dönemini, uzun süreli bir rekabet izleyecektir. Hatta 1912'de Nikola Tesla ve Thomas Edison'un 40.000 dolarlık Nobel Ödülü'nü paylaşmaya seçildikleri açıklandıktan sonra Nikola Tesla, bu ödülü reddettiğini açıklar.

   Hikayenin bu kadarcık kesiti bile kapakta yer alan cümlenin nasıl tecrübe edildiğini, altının ne ile dolu olduğunu ispatlamaya yetiyor da artıyor tabi. Siz yine de öncesini ve sonrasını daha da detaylı öğrenmek isterseniz;  http://www.acikbilim.com/2013/03/dosyalar/acdc-savaslari-nikola-tesla-thomas-edisona-karsi.html linki üzerinden tüm hikayeyi okuyabilirsiniz.

   Tesla'nın  şanssızlıkları ve hayat mücadelesi bununla da bitmiyor;

  • Radyoyu Marconi icat etti sanılır, X ışınlarını Röntgen'in keşfettiği, vakum tüp amplifikatörünü de Forest'in. Tüm bunları ve daha fazlasını aslında Nikola Tesla'nın icat ettiğini bilen sayısı ise bir elin parmaklarını geçmez,
  • Endüstrinin floresan lambayı "icat etmesi"nden 40 yıl kadar önce kendi laboratuvarında floresan lamba kullanıyor olsa dahi kimse o dönemde kendisini ciddiye almaz,
  • Amerikalılar savaş zamanında Alman denizaltılarını bulabilmek için Edison’dan yardım ister ve Tesla’nın önerisi olan "enerji dalgalarını kullanalım" fikrine Edison'un şiddetle karşı çıkması sebebiyle bugün "radar" dediğimiz aygıt olması gerekenden 25 yıl gecikmeli hayatımıza girer,
  • Dünyadaki bilim ve teknoloji yapısını değiştirebilecek birçok deney ve buluşa imza atmasına rağmen ders kitaplarında adı nadiren geçer ya da hiç geçmez!
   Yani Tesla neredeyse hiç bir zaman, başardıklarının karşılığı olarak adil bir şekilde ödüllendirilmez ve kimseden takdir görmez - en azından hayatta iken- üstelik ciddiye alınmayarak neredeyse cezalandırılır..

   Peki tüm bunlara rağmen Tesla bir an bile olsa vazgeçmeyi aklından geçirdi mi? ASLA.

Bizler, yani bu günün gençleri, ne kadar da çabuk pes ediyoruz!
İşsizlik diyoruz vazgeçiyoruz,
ekonomi diyoruz vazgeçiyoruz,
ruh hali diyoruz vazgeçiyoruz,
kader kısmet diyoruz vazgeçiyoruz ya da vazgeçtiğimizde söyleyecek, sığınacak bir şeyler muhakkak buluyoruz.
Ayağımıza takılan en küçük taşta ya da bize yapılan en küçük haksızlıkta elimizden gelenin en iyisini yapıyoruz;

''VAZGEÇİYORUZ''...

OLABİLİR

  • İnsanlar, bir işi yapamayacağınızı düşünmüş olabilir,
  • Küçümsenmiş ve küçük düşürülmüş olabilirsiniz,
  • Vazgeç, olmaz, İMKANSIZ diyenler çok olmuştur belki
  • Siz çok çalışmış, çok emek vermişsinizdir de bir başkası toplamıştır tüm övgüleri,
  • Hiç ödüllendirilmemiş, takdir edilmemiş hatta emeğinizin karşılığını dahi alamamışsınızdır,
  • Belki de birileri sizin emeklerinize tırmanarak bir yerlere ulaşmış, siz ise bir köşede insanların bir gün gerçekten adil olup olamayacağını sorguluyorsunuzdur...
   Olabilir!

   Bırakın insanların ne düşündüğünü! Siz kendinizi ödüllendirin, kendinizi takdir edin, kendinizi övün, kendinize inanın!
Bırakın birileri sizin açtığınız o yollarda rahat rahat yürüsün. Bir gün karşınıza yeniden bir engel çıktığında; onlar pes etmek zorunda kalabilir ya siz? Siz o yolu nasıl açacağınızı zaten biliyor olacaksınız... Daha önce defalarca yaptığınız gibi!

   Benim söyleyeceklerim derya deniz elbet ancak; bu yazımı, başladığım gibi bitireceğim. Yani edindiğim her yeni bilgide, okuduğum her yeni cümlede daha fazla hayran olduğum TESLA ile...

''Bırakın doğruları gelecek söylesin ve herkesi eserlerine ve başarılarına göre değerlendirsin. Bugün onların olsun; ama uğrunda çok uğraştığım gelecek, benimdir.'' NİKOLA TESLA



             









6 Nisan 2017 Perşembe

e-HAYAT


                         e- HAYAT

   Günümüz dünyasında; İNTERNET her şeydir!

   Evde, işte, eğlencede ve aklımıza gelen her yerde internete bağlı ve de BAĞIMLI yaşıyoruz. Hal böyle olunca da her gün hayatımıza; e-posta, e-ticaret, e-bankacılık hatta e-devlet gibi onlarca kavram giriyor. Bir nevi çılgınlık. İtiraf etmeliyim ki özellikle sosyal ilişkiler konusunda insanlığı oldukça sıkıntıya sokan bu ''E'lerin'' mükemmel yanları da yok değil. Bu Post'umda, son yıllarda hayatımıza hızlı bir giriş yapmış olan mesleki bir e'ye değinmek istiyorum. e-İKY yani ELEKTRONİK İNSAN KAYNAKLARI YÖNETİMİ.

   Kavramı ilk duyduğumda oldukça yadırgadım. Biz İK'cıların-en azından mesleğine aşkla bağlı olanların- yıllardır zihinlere yerleştirmeye çalıştığı ''İnsan makine değildir'' mottosu bir tarafta dururken; elektronik ve insan kavramlarının aynı tanımlama içerisinde yer alması, benim için nasıl bir çelişkiydi tahmin edebilirsiniz. Bu nedenle oldukça merak uyandırdı bende. Tabi derinlemesine araştırıp, konunun iyice içine girince; korkularımın gereksiz olduğunu anlamam da fazla uzun sürmedi. Aslında e-İKY, insan kaynakları yönetimi içerisindeki İNSAN kaynağını daha da güçlü kılıyordu. Zaman, mekan ve pek çok maliyetten tasarruf etmek de cabası. Nasıl mı?

   -Teknolojinin nimetleri sayesinde; sürekli öğrenen, değişen ve değişime çabuk adapte olan ve dipten uca her kademenin dahil edilebildiği bir işletme kültürü oluşturulması mümkün. Nitekim; işletme çalışanları önlerindeki bilgisayarlarda çalışırken, yalnızca 5 dakika ara vererek kendileri için hazırlanmış çeşitli içerikteki bilgilendirme sayfalarında gezinebiliyor,10 dakika içinde yine sanal ortamda harika bir e-eğitim alabiliyorlar. Hatta, siz bir Word dosyası, PowerPoint sunumu ya da Excel tablosu hazırlarken ekranın sağ ve sol kenarlarında çeşitli  mesleki bilgiler, bilgilendirme kartları, giftler ve duyurular yer alabiliyor. Adeta haber bültenlerinde yer alan alt yazılar gibi. Harika değil mi? Üstelik tüm bunlar gerçekleşirken; çalışanlarınızı işten alıkoymuyor, hem zamandan hem de alternatif maliyetlerden kurtulmuş oluyorsunuz.

   -İnsan kaynakları departmanı çalışanları için adeta doping etkisi yaratan bir uygulama e-İKY. İnternetin ve teknolojinin yardımı ile rutin işlem kalabalığından kurtulan insan kaynakları çalışanları işletme için daha verimli çalışma fırsatı yakalayabiliyor. e-Arşiv'ler sayesinde dosya yığınlarının ortadan kalkması ve dökümantasyon sisteminin sanal ortama taşınması şüphesiz ki hem işletme hem de ülke ekonomisi için bulunmaz nimet. Kim bilir kaç ormanı kurtarıyoruz da haberimiz yok!

   -İçinden çıkamadığınız bir durum var ve siz sıkı bir beyin fırtınasına mı ihtiyaç duyuyorsunuz? Ya da belki işletme içerisinde hızlı bir karar alınması gerekiyor... Anında tüm çalışanların katılabileceği sanal bir anket yaratın, çalışanlarınızın görüş ve önerilerini alın, toplantı havasından da yönetici baskısından da uzak bir şekilde ortaya çıkan yaratıcı fikirleri kullanın kullanabildiğiniz kadar..

   -Elektronik ortamda oluşturduğunuz personel aday havuzu sayesinde, doğru kişiyi bulmadan önce yüzlerce adayla görüşmek yerine, kriterlerinize en uygun olanları sistemsel olarak tespit ederek zamandan tasarruf edin. Oh ne ala..

   - Online takvimler ve ilan panoları oluşturarak, çalışanlarınızın birbirinden ve işletme etkinliklerinden haberdar olmalarını sağlayın. Böylece  hem kurum içi iletişimi de kuvvetlendirmiş olacaksınız hem de ''ben duymamıştım'' cümlesini ortadan kaldırarak, şirket etkinlik ve organizasyonlarına maksimum katılım sağlayabileceksiniz.

   -Çalışanlarınıza; online bir platformda, sorularını konu ile ilgili uzmanlara yöneltebilecekleri bir sistem kurun. Misal;  ''sık sorulan sorular'' köşeleri, uzaktan yardım, soru-cevap forumları.. Böylece çalışanlarınız her problemde, çözümü sizde aramayacak ve kendi kariyer gelişimlerini takip edebilecek. e-Mentoring adı verilen bu sistem sayesinde hem sizin hem de çalışanlarınızın kafası rahat olacak emin olun!

   Özetle şunu şunları söylemek istiyorum; teknolojinin getirdiklerinden köşe bucak kaçıp, kendinize ve çalışanlarınıza yazık etmeyin. Sektörde fark yaratmak, rekabet gücünü arttırmak ve geleceğin rekabet koşullarını belirleyen güçlü şirketler arasında yer almak istiyorsanız, geleneksel kafaları şöyle bir güzel resetleyip, e-İKY kavramına merhaba demekle işe başlayabilirsiniz. Son olarak küçücük bir uyarı ile gönül verdiğim mottomdan vazgeçmediğimi de hatırlatmak isterim;

     Sistemler elektronik olsa da İNSANLAR değildir!

   Siz, siz olun; teknolojinin nimetlerini kullanarak,sahip olduğunuz en DEĞERLİ kaynaktan, emekten yani İNSAN dan daha verimli bir şekilde yararlanma fırsatını kaçırmayın...  




-