31 Mayıs 2016 Salı

     


KALİTE İNSAN İLE BAŞLAR, İNSAN İLE BİTER...


Kaliteli üretim için, kaliteli 

insan istihdam ediyorsun, 

kaliteli insanı, son derece kötü çalışma 

şartları altında çalıştırıyorsun. 

Kaliteli insan mutsuz..tatminsiz...Ortaya 

çıkan sonuç ise belli; kalitesiz üretim!


Kaliteli hizmet için, kaliteli personel seçiyorsun. Kaliteli 

personeli; alnının terini karşılamaya dahi yetmeyecek bir 

ücretle çalıştırıyorsun. Uzun mesailer de cabası! Sonuç; 

Kalitesiz hizmet...

Kaliteli, güvenilir marka olmak için, kaliteli personel 

çalıştırıyorsun. Kaliteli personeli, başardığı kaliteli ve 

mükemmel işler sebebi ile asla taktir etmiyorsun. Kaliteli 

personelin, kalitenin arttırılmasına yönelik üretmiş olduğu 

fikirleri asla dikkate almıyorsun. Kaliteli personeli giderek 

sessizleştiriyorsun... Sonuç; kalitesiz yönetim!

Kalite için para harcıyor, kaliteni ellerin ile yok ediyorsun... 

Kalitenin önce İNSAN ile başladığını unutuyorsun. 

Asla sarsılmaz sanılan ekonomi devlerinin, yalnızca bir 

personelin ''BOŞVERMİŞLİĞİ'' sebebiyle itibarını 

kaybedebildiği bir düzeneğin çarklarından birisin. Bu 

nedenle hatırlatmak isterim; çarkları döndüren en önemli 

güç; senin düşündüğün gibi ''para'' değil, ''İNSAN''ın taa 

kendisi...





22 Mayıs 2016 Pazar


                        ÇİZGİLERİ BOZMAK


''Bana karşı anlayışlı davranan tek kişi terzimdi.
Her gördüğünde yeniden alırdı ölçülerimi.
Onun dışında herkes önceki ölçülerin bana hep uyacağını sandı.''
                                                                                                                          Bernard Shaw


Değişiyoruz... 

Tarzlarımız,
Zevklerimiz,
Beklentilerimiz,
İlgi alanlarımız,
Algılarımız 
hatta kişiliğimiz... 

''Ben çizgimi asla bozmam'' diyenlere hep şüphe ile yaklaşmışımdır. Sizin doğrularınıza elbette ki saygım sonsuz ancak benim de doğruluğunu sınadığım konular var. İşte bu da onlardan biri. İnsan çizgisini nasıl bozmaz? Nasıl olur da, hiç değişmez? şu çizgiyi bozmama olayı gerçekten, anlatılırken gururlanacak kadar doğru bir şey mi? Tüm bu sorulara benim yanıtım, HAYIR! güzel kardeşim.

Bir dünya devi olan General Electric Şirketi eski CEO'su Jack Welsh'in oldukça akılda kalıcı bir özdeyişinden bahsetmek isterim. Üstat derki '' Dışımızdaki dünya bizden daha hızlı değişiyorsa, sonumuz yakındır''. Çok doğru... Dünya dört nala değişiyorken, siz kendinize, hayali bir çizgi oluşturup, at gözlüğü takmış bir ip cambazı misali , o çizginin üzerinde ilerlemekte ısrar ediyorsanız; düşüşünüz şaşırtıcı olmayacaktır. Başrolünde sizin olduğunuz bir örnek belki de daha akılda kalıcı olacaktır. Çocukluğunuzu anımsayın, bir kaç fotoğraf karıştırın, düşleyin... şimdi de kalkıp, aynaya doğru ilerleyin... Bir kere biyolojik olarak değişiyorsunuz! Saçlarınız, gözlerinizi, gülümsemeniz... her biri büyük bir değişimin parçası olmuş bile. O gün düşündükleriniz ile şimdikiler arasında da dağlar kadar fark var, hadi itiraf edin.. Hayattan beklentileriniz farklı, saatlerce bıkmadan usanmadan oynadığınız oyunlar, yerini saatlerce bıkmadan usanmadan okuduğunuz kitaplara, makalelere ya da hazırladığınız raporlara, projelere bırakmış...  eskiden yalnızken, belki de şimdi iki kişisiniz ya da belki üç,dört... bir hafta öncesine kadar hiç ilgilenmediğiniz bir konu, hayatınıza bir şekilde girmiş ise, algılarınız bile aniden değişiyor. O konu ile ilgili her şey artık ilgi alanınız oluyor,  dikkatinizi çekiyor. Çalışma tarzınız, gelecek beklentileriniz...  Farkında olun ya da olmayın, değişimin bir parçasısınız ve DEĞİŞİYORSUNUZ.  Çizmiş olduğunuz tüm çizgileri, isteyin ya da istemeyin, silmek ve yeniden çizmek zorunda kalıyorsunuz. Bu nedenle;

''Bozmadığınız çizgileriniz'' ile değil, çoğu zaman daha iyisini yapabilmek için bozduğunuz çizgiler iniz ile gurur duyun.Değişimden ya da değişmekten değil, değişimi yönetememekten çekinin. Çünkü hayat, siz daha de-ği-şi...    demeden, değişiyor. Ona uyum sağlayın, en azından çabalayın, farkında olun, yönetin... 

Değişim, ardında ne olduğunu bilmediğiniz bir kapı değil, kapının ardında ne olduğunu öğrenmeniz için elinizdeki tek şanstır. Değişim sizin; Altın anahtarınızdır! 

DEĞİŞİN...

20 Mayıs 2016 Cuma


                                      TECRÜBE

   Tecrübenin yaşı, zamanı, mekanı yoktur... Bazen öyle bir an gelir ki, hayatınız boyunca inanmış olduğunuz felsefeyi bir anda çöpe atarsınız. Misal, her şey karşılıklıdır derler ya hani... külliyen yalan! Saygı, sevgi, hoşgörü, sadakat ve iyi niyet her zaman karşılıklı değildir. Mesleki hayatımın bana vermiş olduğu en acı ders bu sanırım.

Genç bir İK'cı olarak mesleğe yeni başladığım yıllar;

..... idealist, kararlı, haklının her zaman yanında, iyi niyetli, adaletili, inançlı, sevgi dolu.... bir ik'cıydı aynalarda gördüğüm. Empati de empati diye kendini paralayan. Karşısına çıkan her sorunda, kendisi karşısındakinin yerine koyan, düşünen, karar veren,  hiç kimsenin iyi niyetinden zerre şüphe duymayan, insanlara sevgiyle yaklaşırsa; onları ortak bir amacın parçası haline getirebileceğine inanan bir ik'cı...

Şimdi mi?

yine idealist,
yine kararlı,
yine hakkaniyetli,
yine adaletli,
yine inançlı,
yine saygılı
yine sevgi dolu

ama tek bir farkla...

TECRÜBELİ! 

 Herkesin gösterilen saygıyı haketmediğini öğrendi...Empatinin her zaman işe yaramayacağını da. 

İnsanlar bazen, kalın duvarlara sahip olanları acımasızca eleştirir. Her tuğlasının, bir başkası tarafından dizildiğini bilmeksizin...  Hayattaki herkes, tecrübeyi farklı farklı tanımlayabilir. Benim zihnimde ise tanımı bambaşka;

'' Tecrübe; önünüze aşılması zor duvarlar ören insanlar tanımak, onlara saygı ve sevgi duymuş olmaktır''

işte bu yüzden, tecrübenin yaşı yoktur... duyulan sevginin ve saygının haddi, örülen duvarların yükseklikleri vardır..!!

15 Mayıs 2016 Pazar




YÖNETİME ASİ BİR BAŞKALDIRI; ÇALIŞMA HAYATINDA Y JENERASYONU

   Y jenerasyonu... yani 1980-2005 yılları arasında, internet devriminin ortasında dünyaya gelmiş milenyum nesli. Bu grubun içerisinde yer alan bir birey olarak bizleri; ''çok bileşenli bir beşeri fonksiyon'' olarak tanımlarsam sanırım yanlış olmayacak;

Y= f(T,D,Ö,E,B,V,İ,M, ....)

T; Teknoloji
D; Değişim, Durumsallık
Ö; Özgürlük
E; Eğlence, Esneklik
B; Bilişim
V; Veri
İ; İnovasyon
M; Motivasyon 
ve daha pek çoğu... Böyle bir nesli, tek bir yönetim kalıbına bağlı olarak yönetebileceğini düşünenlerden misiniz? O zaman geçmiş olsun...
Yapılan araştırmalar, Türkiye de faaliyet gösteren, sektör devi şirketlerin CEO'larının X kuşağına ait bireyler(1965-1979) olduğunu ortaya koyuyor.  Tabi ki bu durumun tecrübe ve yaş faktörü ile çok yakın bir ilişkisi bulunuyor fakat yalnızca iki değişkene bağlı kalarak, X kuşağı ve Y kuşağı arasındaki temel farklılıkların çalışma hayatına etkilerini göz ardı edemeyiz. Evet X kuşağu ağırlıklı bir CEO topluluğu ile karşı karşıyayız çünkü x kuşağı;
  • kurallara uyumluluk
  • güçlü AİDİYET duygusu
  • otoriteye saygı
  • sadakat
  • kalıplaşmış çalışma saatlerini kabul etmek
  • sabır
  • yüksek iş motivasyonu
gibi çalışma hayatı içerisinde, özellikle çoğu işverenin beklentilerine cevap verebilecek, onları tatmin edebilecek temel özelliklere sahip. Gelelim bizim Y kuşağına..
  • Bağımsızlık yanlısı
  • iş saatleri yerine İŞE odaklanan, bu nedenle kalıplaşmış mesai saatlerini reddeden!
  • Örgütsel bağlılık duygusu az
  • Duygusal değil, profesyonel olmayı tercih eden,
  • sosyal doyumu, ücret tatmininden üstün gören dolayısı ile sık iş değiştiren... bir nesil var karşınızda. Üstelik teknolojiye hakim, yenilikçi, YARATICI, çözüm odaklı ve mutlak başarılı! Tabi avucunuzda tutabilirseniz.. 
Hal böyle iken, x kuşağı ağırlıklı bir CEO topluluğu çokta şaşırtıcı olmasa gerek. Fakat, kriz yönetimi, toplam kalite, müşteri odaklılık,veri tabanlı pazarlama uygulamaları, inovasyon ... bakımından değerlendirecek olursak, kimin daha üstün performans göstereceği tartışmaya açık bir konu olacaktır. Ne demişler, akıl yaşta değil, baştadır. Yavaş yavaş, yönetim anlayışını değiştirmenin vakti gelmiş de geçiyor bile. Elinizi çabuk tutun, arkamızdan bir Z kuşağı geliyor ki ne siz sorun ne de ben anlatayım..!

10 Mayıs 2016 Salı

                              

     İKİ SİHİRLİ CÜMLE

   Hayal edin... emrinizde çalışan onlarca insan var, sizin şirketinizi kendi şirketleri gibi benimsemiş, verilen her görevi, güçlerinin yettiğince yerine getirmeye çalışıyorlar. Her biri azimli, hevesli. Elbette ki her insan gibi bazen hata yapıyor ama çoğu zaman size binlerce lira kazandıracak işlere imza atıyorlar. Her biri sizin sayenizde kariyer basamaklarını birer birer tırmanırken, aslında sizi ve işletmenizi de her gün bir basamak yukarıya taşıyor. Peki siz bunun farkında mısınız? Sizin için mesai harcayan insanları takdir ediyor musunuz? Eğer cevabınız HAYIR ise, size bir hikaye anlatmak isterim;

   ''Grevler ülkesi olarak da bilinen Fransa'da, büyük bir holding sahibi, kendisine milyonlarca dolar kazandıran personelini yerden yere vuruyor, arkasını döndüğü anda hepsinin kaytarma eğilimi göstereceğini düşünüyordu. Çocuklar için organik oyuncaklar üreten bu firma, dünyadaki pek çok çocuğun yüzünü güldürürken, oldukça ağır çalışma şartlarına sahip çalışanların çocukları ise, gece yarıları biten mesailer nedeniyle annelerini ve babalarını neredeyse hiç göremez olmuşlardı. Her ne kadar personel arasında, memnuniyetsizlik cümleleri dolaşmaya başlamış olsa da, işlerine sadakat ile bağlı olan ve evlerini geçindirmek için çalışmak zorunda bulunan bu insanlar, memnuniyetsizliklerini bir fısıltıdan öteye taşıyamıyorlardı. Her geçen gün iş adamının yüreği adeta daha da katılaşıyordu. Mesai saatleri uzuyor, üretilmesi istenen oyuncak miktarı artıyor, gerçekleştirilen hedefler sonunda çalışanlar asla taktir edilmiyor, hep daha fazlası isteniyordu. Bu şekilde aylar geçti... Bir gün bir şey oldu! Her yıl ülkede düzenlenen oyuncak festivali nedeni ile büyük bir reklam fırsatı yakalayacağını düşünen zengin iş adamı, büyük-küçük ülkedeki herkesi, fabrikasında vereceği muazzam bir kokteyl için fabrikaya davet etti. Her şey planlanmıştı, o gün sabah erkenden fabrika kapıları insanlara açılacak, içkiler, ikramlıklar sunulacak, hizmette hiç bir kusur edilmeyecek, yeni üretilen oyuncaklar sergilenecek, o esnada üretim devam edecek ve insanlar fabrikanın hiç bir zaman aksamayan o kusursuz işleyişine tanıklık edeceklerdi. Festival sabahı iş adamı, diğer insanlarla birlikte fabrikanın kapısının önüne gelmiş, keyifle kalabalığı izliyordu. Duyan duymayan herkes oradaydı. Kapılar açılmadan önce iş adamı uzunca bir konuşma yaptı, konuşmasını;
- Sevgili misafirlerim, biraz sonra kapılar açılacak ve sizler BENİM muhteşem Fabrikamı ve ÇABALARIMIN sonucunu gözleriniz ile göreceksiniz... diyerek sonlandırdı ve kapıların açılmasını emretti.
Kapılar açıldığında ise, misafirlerin gördüğü manzara ''Muhteşemlik'' sıfatından bir hayli uzaktaydı. Tüm üretim işçileri, sekreterler, yöneticiler hatta o gün misafirlere hizmet edecek servis elemanları tüm işlerini bırakmış, kucaklarında çocukları ile birlikte fabrika bahçesinde, ellerinde ise ''Hiç bir finansal kaynağın, insan onuruna aykırı şartlarda çalışmaya değmeyeceği'' yazılı pankartlar ile birlikte bekliyordu. EVET, işi bırakmışlar, üretimi durdurmuşlar, kırılan ve ayaklar altına alınan gururlarını kurtarmak istemişler, fısıltılarını bir anda çığlıklara dönüştürmüşler ve her şeyden önemlisi iş adamının bütün itibarını bir saniyede yıkıp atmışlardı... İş adamı haklıydı, bütün bunlar onun ÇABALARI sonucu gerçekleşmişti. Tüm misafirler, iş adamının ÇABALARININ nasıl sonuçlandığını ve bu ibretlik yönetim dersini gözleri ile görmüşlerdi...''

  Lütfen cevabınızı bir daha düşünün... İyi gittiğini, doğru gittiğini , başarılı olduğunuzu düşündüğünüz işlerin tersine dönmesi bazen yalnızca, bir personelin sizden beklediği '' iyi iş çıkardın'' cümlesini duymak için gösterdiği sabrın tükenmesine bağlıdır. Ummadığınız bir anda, arkanızda olduğunu düşündüğünüz onlarca insanı tam karşınızda gördüğünüz vakit, bir şeyleri düzeltmek için çok geç kalmış olabilirsiniz. Bir sıcak gülümseme, güven ifadesi belki de sadece iki cümle, itibarınızı ömür boyu kurtarabilir. ''İYİ İŞ ÇIKARDINIZ, BİRLİKTE BAŞARDIK''

9 Mayıs 2016 Pazartesi



   e- HAYAT Oh ne RAHAT!


  e- ticaret, e-devlet, e-uygulamalar, e-vizite, e-defter, e-arşiv neredeyse e-hayat yaşar olduk. Hal böyle iken, e-iky olur mu demeyin, olur hem de bal gibi olur... Peki  bu e-iky(elektronik insan kaynakları yönetimi) nasıl olur? Şirketlere getirisi ne olur?

  Öncelikle bir ik'cınınn günlük mesai saatini bölümleyelim. Farz-ı misal;

  09.00-09.30  Günlük planlamanın yapılması, e-maillerin kontrolü
  09.30-  11.00 Personel- Genel yönetim, Kurul toplantıları
  11.00- 12.30  İş başvurularının değerlendirilmesi,cv havuzu güncellemeleri,randevulu mülakatlar
  13.30- 16.00 Personel Özlük işlemleri, rutin işe giriş işlemleri, personel eğitimleri
  16.00-17.00  gelen-giden evrakların dosyalanması, personel izinlerinin takibi, çıkış işlemleri
  17.00-17.30  ayrılan personele ait evrakların arşivlenmesi,bir sonraki güne ait e-maillerin atılması, 
  17.30-18.00  Gün sonu değerlendirmesi

   Özellikle renkli olarak belirtilmiş görevler için harcanan mesai toplam; 5,5 saat! zamanın altına eşdeğer olduğu, günümüz şartlarında bir firma için 5,5 saat fazlası ile ciddi bir rakam. İşte e-iky uygulamarı bu noktada hayat kurtarıcı olabiliyor. Tanım olarak; insan kaynakları yönetimi faaliyetlerinin İnternet’in, intranetin, ve ağların kullanılmasıyla yürütülmesi anlamına gelen e-iky; şirket içi etkinlik ve verimliliğin arttırılması, eğitim, e-işe alım, e-toplantı ile zamandan tasarruf, maliyetlerden tasarruf, e-veri arşivi ile yerden ve kağıttan tasarruf, e-performans ölçümleri ile ölçülebilir ve doğru veriye ulaşım gibi mükemmel olanaklar sağlayabiliyor. Gelin, e-iky ile bir ik'cının günlük mesaisini tekrar bölümleyelim;

  09.00-09.30 Günlük planlamanın yapılması, e-mail kontrolü
  09.30-10.00 e-toplantı ile genel bilgi paylaşımı
  10.00-11.00 e-mülakatlar, online cv havuzunun bilgisayar ortamında güncellenmesi
  11.00-11.30 sanal ortamda depolanmış özlük dosyalarının güncellenmesi, 
  11.30-12.30 e-eğitim ile tüm şirket personellerine aynı anda online eğitim
  13.30-14.00 elektronik sistemler üzerinden gelen-giden evrak kontrolü, personel sağlık raporu girişleri, haciz vb. kanuni süreçlerin kontrolü
  14.00-14.30 e-arşiv güncellemesi, ayrılmış personelin özlğk dosyasınınm klasörü haline getirilmesi
  14.30-15.00 Gün sonu değerlendirmesi, sonraki güne ait maillerin tek bir tuşla otomatik yönlendirilmesi, ertesi gün planlamaları
  15.00-18.00 Şirketinizi, departmanınızı, personelinizi, kendinizi geliştirebilmek, yaratıcı uygulamalar yapabilmek, eğitimler tasarlayabilmek için size bolca vakit... Fazla mesai yok, zihinsel ve bedensel aşırı yıpranma yok, stres hiç yok! ee boşa dememişler, vakit nakittir diye. Maliyetlerde, şirket kasasında beklesin güzel güzel..

   Zaman değişiyor, teknoloji artık hayatımızın her alanında.. değişime ayak uydurmak tercih olmaktan çoktan çıktı, büyük bir zorunluluk! Değişime karşı daha esnek olun ve elektronik uygulamaların nimetlerinden, sonuna kadar yararlanın.. Derin bir e-nefes alın, keyfinize bakın.

8 Mayıs 2016 Pazar

  

       Asıl Mesele Yoğurdu Nasıl Yediğiniz...

   
   Anneannem; '' sorsan hepsinin yediği bal, biri akıta akıta biri bakıta bakıta'' derdi. O ne için söylerdi bilmem ama ben bu gün aynı sözü;  ‘’çalışma tarzı’’ için söyleyeceğim. Çünkü aynı meslek grubunda görev yapan insanları birbirinden farklı kılan, sahip olunan iş yapış biçimidir. Her yiğidin bir yoğurt yiyişi vardır ya, farklı meslek gruplarından her çalışanın ve her yöneticinin de bir yoğurt hikayesi elbet vardır...
 Üniversite yıllarımda, insan kaynakları dersi aldığım sevgili hocam, insan kaynakları yönetiminin çeşitli fonksiyonlardan oluşan bir yönetim kalıbı olduğuna inanır, belirli kuralların dışına çıkmaktan çekinirdi.  Kaldı ki dersleri bile, belirli bir prosedüre göre işler, kalıpların dışına asla çıkmazdı. Bana göre unuttuğu bir şey vardı, insan sosyal bir varlıktı ve insanın olduğu hiç bir yerde prosedürler harfi harfine uygulanamazdı. Yine de sevgili hocama ve tarzına sonsuz saygılarımı sunmayı unutmayacağım... Yüksek lisans eğitimim esnasında, dersini alma şansına ulaşabildiğim diğer bir hocam ise, kalıpları yıkmanın ne kadar keyifli olabileceğini, insanın içine girdiği hiçbir işin standartlara bağlanamayacağını öğretti bana. Buyurun işte, ikisi de akademisyen, ikisi de aynı meslek grubuna ait iki çalışan… söyledim ya; asıl mesele yoğurtta!

  Staj yıllarımda, insan kaynakları departmanında görev aldığım büyük birşirketin insan kaynakları yöneticisi, nevi şahsına münhasır bir adamcağızdı. Öyle ki, iş yeri disiplin kurulu oluşturulması esnasında, iş yerinde en fazla disiplin suçuna karışan, en uyumsuz, kaytarma eğilimine sahip çalışanları belirlemiş ve çalışan temsilcisi olarak aday göstermişti. O zamanlar, yapılanın ne kadar büyük bir haksızlık ve de saçmalık olduğunu düşünürken şimdi bambaşka bir düşünce içerisinde, kendisini ayakta alkışlama isteği duyuyorum. Nasıl oldu, neden oldu bilinmez; şirket içerisinde, disiplin cezası gerektiren suçlar bir anda bıçak gibi kesildi... Bir diğer yiğit ise çok daha farklıydı...tam zamanlı çalışmaya başladığım ilk yıllarda, sevgili insan kaynakları yöneticim; personele yapılan her iyiliğin, verilen her sosyal yardımın, gösterilen her toleransın yeri geldiğinde personelin yüzüne vurulması gerektiğine inanıyordu!! O inanıyordu inanmasına ama ben buna bir türlü inanamıyordum... Personel, kendisini yöneticisine karşı borçlu hissederse, daha verimli çalışacaktı. Adamcağızın minicik küçücük hatta ufacık kapasitesi ile hayata bakışı bu kadarcıktı... Uzatmadan sonucunu söylemek gerekirse, bu adamcağız yoğurdu ağzına yüzüne bulaştırarak yemeyi tercih edenlerdendi... sonu pekte istediği gibi olmadı, bu ayrı mevzu.

   Yaşadığım sahil kasabasının, hatırı sayılır aile şirketleri arasında yer edinmiş orta ölçekli bir şirketin yöneticisinin; insanlara iki çift kelamı ve bir ''günaydını'' çok gördüğüne, diğerinin ise kafayı fazla mesai ile bozduğuna da şahit oldum ki bu enteresan  insanların yedikleri şeyin yoğurt olduğundan bile şüphe duyuyorum.
 Sadece şirket yöneticileri, akademisyenler, öğretmenler mi? Tabiki hayır… doktorlar, mühendisler, sporcular,esnaflar, biyologlar, şoförler, yazarlar ve daha nice meslekten insanlar. Çalışma hayatı içerisinde onları, değer meslektaşlarından farklı kılan şey durup, çalışma hayatına ve işlerine bakmış oldukları pencere.  Ben mi? Eeee benimde farklı yollarım, yöntemlerim var elbet. Lakin tekrar anneannemin sözüne gelecek olursam;
      ‘’Sorsan hepsinin yediği bal, biri akıta akıta, biri bakıta bakıta’’

Aman siz hayata, daha geniş, daha renkli, daha İNSANCIL bir pencereden bakmaya çalışın. Bu güzel Pazar gününde, bunu bir düşünün isterseniz?

3 Mayıs 2016 Salı

               EVDEKİ HESAP ÇARŞIYA UYACAK MI?



''Kariyer Danışmanlığı''  bu aralar duyduğum ilginç mesleklerden bir tanesi. Bir o kadar da havalı... peki işe yarar mı? hiç bir mesleği küçümsemek, hiç bir meslek erbabını da kırmak istemem lakin cevabım kocaman bir HAYIR!! 

Avrupa'da yaşıyor olsaydık tamam derdim, eyvallah. Kariyer, karmaşık bir mevzu. Planlamak, üzerine düşünmek, taşınmak, hesap kitap yapmak lazım. Hoş, Avrupalı dahi olsa insan kendi kariyerini kendisi planlamalı ama, farz edelim planlayamadı...  Gider danışmanına, eğri oturur, doğru konuşur, şirket kariyer politikasını koyar önüne. Uzun uzun konuşurlar üzerine. Nihayet karara varırlar, bir yol çizer, hedef belirler, zaman sınırlaması oluşturur, mutlu mesut kariyer yaparlar. Fakat güzel kardeşim burası, TÜRKİYE! Burada işler senin planladığın gibi bile gitmiyor ki, planını başkasına yaptırasın. Misal;

Bir üretim şirketine, mal kabul sorumlusu olarak girdin diyelim. Canla başla çalışıyorsun, performansın takdire şayan. 
-Peki kim ölçüyor?? 
-evet, sen.
Bir hedef koydun kendine, birde zaman belirledin... bu performansla çalışırsam; 2 yıl içerisinde depo sorumlusu, 5 yıl içinde satın alma birim amiri olacağım!!
-Peki, 5 yılın sonunda?
- Patronun yeğeni geldi yurtdışından, master yapmış bilmem hangi ülkede.. Müdür oldu bizim bölüme..
-peki sen?
- mal kabul..

yani güzel arkadaşım, bir meslek alanı yaratıp, bir de bu mesleği; '' geleceğin mesleği'' olarak lanse etmeden önce, oturup bizim güzel ülkemizde işler nasıl yürüyor bir düşünün. Bu ülkede kimse, bir üst basamağı planlayamıyor. Evdeki hesap çoğu zaman çarşıya hiç uymuyor.. Yine de saygı duyuyorum, azimlisiniz vesselam.

2 Mayıs 2016 Pazartesi

YÖNET-(me)

       

                                  YÖNET-(ME)                 


   Orta ölçekli bir aile şirketi düşünün; söz konusu şirketimiz varlığını sürekli kılabilmek ve sektörde tutunabilmek adına çeşitli faaliyetlerden kaçınmıyor.
 
  • Doğru işe doğru personel seçmeye çalışıyor,
  • Personel yetenekleri ve eğitim seviyesi arttıkça, verimliliğin artacağını biliyor,
  • Personel eğitimine kaynak ayırıyor,
  • Personelin, en iyi ve en verimli şekilde çalışabileceği ortamlar yaratıyor,
  • Ofislerin ergonomik olarak tasarlanmasına önem veriyor,
  • Teknolojiyi yakından takip ediyor,
  • Pazara yönelik network çalışmaları yapıyor,
  • Sratejiler geliştiriyor,
  • Reklam için para harcıyor,
  • Sosyal Medyayı aktif kullanıyor,
  • Veri topluyor, pazarlama stratejilerinin belirlenmesinde söz konusu verilerden yararlanıyor...
 sonra şirket sahiplerinden biri yönetici koltuğuna oturuyor ve alanında UZMAN onlarca hatta yüzlerce personeline, emirler yağdırıyor. İnsiyatif vermiyor,  her işin kendi kontrolünde ve denetiminde gerçekleşmesini istiyor, hedefleri gerçekleştirecek olan personelden hiç bir görüş almadan hedefler belirliyor, fikir beyan eden personeli önemsemiyor, personelini giderek sessizleştiriyor... Az önce sıraladığımız tüm çabaları atın çöpe gitsin. Gelişemezsiniz, büyüyemezsiniz, tutunamazsınız...!!

   Artık çağ, y ve z kuşağının çağı. Yüksek donanımlı, yüksek kapasiteli, teknolojiye hakim ve ne yaptığını gerçekten iyi bilen bir personele ne yapacağını söylemek, onun yaratıcılığını törpülemekten, işletmeye bağlılığını azaltmaktan, köreltmekten ve soğutmaktan başka hiç bir işe yaramayacaktır. Böyle bir kitleye;
  •  liderlik edin,
  • mentor olun,
  • fikir danışın,
  • inisiyatif verin,
  • dinleyin,
  • ÖVÜN,
  • ödüllendirin,
  • sorumluluk verin,
ama yönetmeye çalışmayın. Bu insanların oto kontrolünden şüphe etmeyin. Yeteneklerini kendi elleriniz ile körelttiğiniz bir personel ordusu ile verimlilik sağlamanız neredeyse imkansız. Tabiki sizin aynı anda hem yönetici, hem reklamcı hem pazarlamacı, teknisyen, mühendis, insan kaynakları uzmanı, muhasebeci, finans uzmanı, bilgi işlemci, analist... olmanız da bir o kadar Ütopik. 

Zaman değişiyor, çalışma hayatı değişiyor, beklentiler değişiyor, vasıflar değişiyor, alışık olduğunuz yönetim anlayışı değişiyor... siz de değişin!


   

1 Mayıs 2016 Pazar

Şaşı Gözlü Gülle Atıcısı Teorisi

                Şaşı Gözlü Gülle Atıcılarına Dikkat!!

   Bu başlık size de enteresan gelmedi mi? Eğer cevabınız evet ise bir de ne ile ilgili olduğunu duyana kadar bekleyin...  Bu aralar dikkatimi çeken isimlerden biri de Jim Collins. Collins, Amerikalı bir yönetim danışmanı. Aynı zamanda, okuyup fazlası ile etkilendiğim GOOD TO GREAT isimli kitabın yazarı. İtiraf etmeliyim ki bu kiitabı elime ilk aldığımda çok cazip bir kitap olarak algılamamış olsamda, kapağını açıp ; ''İYİ, MÜKEMMELİN DÜŞMANIDIR''  cümlesini okumamla birlikte tüm ön yargılarımdan kurtularak kitabı okumaya karar verdim. Kitapta, iyi olmakla yetinen şirketlerin nasıl mükemmel şirketlere dönüştürüleceğine dair yol haritaları bulunuyor. Tabi ki bunun pek çok kompleks yolu mevcut fakat bir IK'cı olarak benim dikaktimi en çok; personeller ile ilgili kısımlar çekti. Özellikle de başlığımda da yer verdiğim ŞAŞI GÖZLÜ GÜLLE ATICISI teorisi! Collins söz konusu teori ile şirket sahiplerine, krizlerin yalnızca mali, ürünsel ya da sosyal medya odaklı ortaya çıkmadığını, tek bir personelin bile koskoca şirketleri, bir itibar krizine sürükleyebileceğini hatırlatıyor ve işinde mutlu olmayan, kurum kültürünü içselleştirememiş personelleri şaşı gözlü gülle atıcılarına benzeterek, okurken yüzümde kocaman bir gülümseme oluşturan şu cümleyi kuruyor '' Bu tip personeller şaşı gözlü gülle atıcıları gibidir... ara sıra, şans eseri size kupa kazandırabilir fakat her zaman seyircileri diken üzerinde oturtur!'' HARİKA... Şirketlerin neden her bir personelini dikkate alması gerektiği sanırım daha güzel ifade edilemezdi.


   Şimdi size sormak istediğim bir sorum var...

seyirciler arasında oturup olanı biteni diken üzerinde mi izliyorsunuz? Yarış başlamadan önce önlem almaya mı çalışıyorsunuz? Yoksa; Şaşı Gözlü Gülle atıcılardan biri siz olabilir misiniz??

İyi olmakla yetinmiyor, mükemmel olmalıyım diyorsanız, bu soruların cevaplarını ivedi bir şekilde kendinize vermelisiniz. Daha da önemlisi, verdiğiniz cevabın doğruluğundan emin ve tatmin olmalısınız. Unutmayın, zamanla yarışıyorsunuz. Bol Şans.