24 Ocak 2017 Salı

Reform Şart Bize !

                                                   ''Reform Şart  Bize''



   Uzun süredir hararet ile dile getirdiğim bir söylem bu. Önce bir aydınlanma dönemi bir tabiri caiz ise bir Rönesans ardından da Reform hareketi lazım bize.. Bu serzenişimin kişisel sebeplerini açıklamadan önce, söz konusu iki olgunun tarih sahnesindeki rolüne değinmek isterim. Kelime anlamı olarak ''Yeniden Doğuş'' anlamına gelen Rönesans; 15. ve 16. yüzyıllarda, önce İtalya'da başlayan, daha sonra da Avrupa'da yayılan edebiyat, güzel sanatlar ve bilim alanındaki gelişmeler, yenilikler ve anlayışlardır. Kaldı ki benim nazarımda; imrenerek, ''medeniyetin, hukukun, insana saygının kitabı olsaydı, kesin Avrupalılar yazardı'' dediğim Avrupa'nın, bugün ki Avrupa olmasına sebeptir! Neden mi? Çünkü;

  * Skolâstik düşüncenin yıkılmasına ve düşüncede serbest bir ortam doğmasına,

 * Deney ve gözleme dayanan pozitif düşüncenin ortaya çıkmasına,

 * Kilisenin zayıflamasına ve akabinde Reform hareketlerinin başlamasına,

 * Bu döneme kadar bilim, sanat ve medeniyet alanlarında İslam Ülkeleri öncülük yaparken, Rönesans hareketleriyle Avrupa Ülkelerinin, İslam Ülkelerinin önüne geçmesine,

 * Avrupa'da insan faktörünün öne çıkmasına ve insanların kendi haklarına sahip çıkmaya başlamasına neden olmuştur. Yani Avrupa; kilise tarafından baskılanmış görüş kalıplarının dışarısına çıkmış, modern felsefi düşüncenin hakim olduğu bir dünyanın kapılarını aralamış; bilime, sanata, özgür düşünceye hakettiği değeri vermeye başlamıştır. Üstelik hiçbir zaman inançlarından vazgeçmemiş, ödün vermemiş yalnızca din ve inanç kavramının; bilimin ışık tuttuğu, geliştirici ve evrensel boyutunu yaşamayı tercih etmiştir. Takiben 16. yüzyılda başlayan Reform hareketleri ile birlikte de, din alanında bir dizi yenilik yapılmıştır.

   İşin tarihsel boyutunu bir tarafa bırakarak, Avrupa'nın; ''işin Özünü'' anlamış olduğunu söylemeliyim;

- Körü körüne inanmadan önce; araştır, oku, düşün, sorgula!
- Din, gelişime engel değil, bilakis insanlığa yol göstericidir ..
- Topyekün kalkınma ve refah için ''Bilim, Sanat ve Özgür düşünce'' esastır!

  Şimdi şöyle bir dönüp; İslamiyet gibi evrensel, ilime, hoşgörüye ve uzlaştırıcı yaşam felsefesi üzerine temellendirilmiş bir dinin çatısı altında bir araya gelen Müslüman devletlere bakıyorum ve yineliyorum; yüzyıllar önce yaşamamız gereken RÖNESANS'I derhal yaşamalıyız! Ardından da, önce dinde sonra Eğitimde reform şart bize!

  ''Din, dogmatiktir'' görüşünün ardına sığınmaktan vazgeçmeliyiz.

   Evet din dogmatiktir.

   Evet ezelden beri var olan kuralların değiştirilmesi mümkün değildir ancak içerisinde bulunulan zaman diliminin şartlarını göz önüne alarak; özde değişiklik yapmaksızın, revize edilmesi mümkündür! Doğrusunu isterseniz dinde değiştirilmesi gereken de öz değil, bizim özden anladıklarımızdır. Çoğunlukla yanlış anladıklarımız...

  • Kadına şiddet uygulayıp, ''Kur'an'ı Kerim'de yeri var'' diyen zihniyette,
  • Kız çocuklarını okutmayıp, karılarını çalıştırmayan gerekçe olarak ise inançlarını kendisine siper eden zihniyette,
  • Sahip olduğumuz genç dimağlar, okuyan-yazan-üreten beyinler; işsiz ve biçare dolaşırken ''daha çok İmam hatip açılsın'' diyerek sokaklara dökülen zihniyette,
  • Kişisel çıkarları doğrultusunda; sözüm ona din kardeşinin beden ve beyin gücünü kullanıp karşılığında hakkı olanı vermeyen ama cuma namazlarında en önde saf tutan zihniyette,
  • ''Allah katında her Müslüman eşittir'' diye feryat eden ancak, sadece parayı verene düdüğü çaldıran zihniyette,
  • ''İslam hoşgörü, saygı dinidir. İyilik Allah emridir'' diye gezerken; yolda, sokakta, okulda, evde, işte hatta Milletin Meclisinde(!) yumruk yumruğa kavga eden,; küfrü ve bilimum kötü sözleri diline pelesenk etmiş zihniyette,
  • Kuran okumak farzdır derken; inandığı dinin özünü anlamak için Kur'an'ı, Türkçe okuyana burun kıvıran zihniyette,
  • Bir taraftan kul hakkına dem vururken diğer taraftan; sayfa sayfa dağıtılan sınav soruları ile makam mevki sahibi olan zihniyette,
  • '' Andolsun biz Kur'an'ı öğüt almak için kolaylaştırdık'' felsefesine sahip bir dine inanıyorken, aman haaa o günah, aman haaa uzak dur, aman ha yanlış yaparsan dinden olursun maazallah diye diye insanların içlerine korku tohumları eken zihniyette; ''Radikal bir değişim'' istiyorum ben...
  Eğer ekonomide, siyasette, sosyal ve kültürel yaşantımızda, çalışma hayatımızda; sosyal bilimlerde, fen ve matematikte, hukukta daha da önemlisi İNSANLIK mertebesinde sürekli geriye gitmek değilse niyetimiz;

                                                   REFORM ŞART BİZE!





12 Ocak 2017 Perşembe

BİLGİ İHTİYAÇTIR; Fazla Mesaiye emsal Karar''

 

BİLGİ İHTİYAÇTIR;

                  ''FAZLA MESAİYE EMSAL KARAR''


    

     Çok sevdiğiniz bir şarkıyı günde kaç saat, aralıksız, dinleyebilirsiniz? Peki günde kaç saat, durup dinlenmeden, spor yapabilirsiniz? Kaç saat dans edebilir, yemek yiyebilir hatta günde kaç saat aralıksız uyuyabilirsiniz? Elbette, her birey için bu soruların bir birinden çok farklı yanıtları olacaktır. Ancak, tüm bu eylemlerin SAĞLIKLI bir şekilde devamlılığını sağlayabilmek için insan vücudunun, genellenebilir, biyolojik ve fiziki üst sınırları mevcuttur.



    Yapılan evrensel araştırmalar; günde 8 saatten daha fazla uyuyan bireylerin, 5-8 saat arasında uyuyan bireylere oranla %30 daha fazla ölüm riski ile karşı karşıya olduğunu kanıtlamaktadır. Standartların üzerinde yemek yemek, biyolojik ve fiziki sınırları zorlayıcı sportif faaliyetler... Yani anlayacağınız; gereğinden fazla her şey! sağlımızı bir hayli tehdit ediyor. Sağlığımızı tehdit eden çok daha önemli ve ölümcül bir konu var ki o da; ''Gereğinden uzun çalışma saatleri'' yani ''FAZLA MESAİ''.



    Aşırı çalışıyor, ÇALIŞTIRILIYOR, biyolojik ve fiziki sınırlarımızı zorluyor, kendimizi; insan bedeninin dayanamayacağı bir strese maruz bırakıyoruz. Tabiri caiz ise yaşamak için değil, ÖLMEK için çalışıyoruz. Kullandığım cümleler, konunun ciddiyetini vurgulamak adına bilinçli bir şekilde mübalağalar içeren cümleler değil bilakis evrensel literatüre geçmiş kavramlara dayalı kurulan cümleler. Nitekim; aşırı, yoğun ve fazla çalışmaktan kaynaklanan ölüm; ilk kez 1970’li yılların sonlarında Japonya’da tanımlandığı için literatüre Japonca adıyla “karoshi” olarak geçmiştir. Karoshi; uzun süre haftada 60-65 saat ve üzeri çalışan işçilerde hipertansiyon (yüksek tansiyon), damar sertleşmesi gibi sağlık sorunlarının bir araya gelmesiyle oluşan kalp krizi, kalp yetmezliği ve beyin-damar hastalıkları sonucu ölüm ya da kalıcı sakatlık durumu olarak tanımlanmıştır.



    Ülkemiz çalışma hayatında süregelen uzun mesai saatlerine ek olarak geçim sıkıntısı, denetimsizlik, yetersiz sağlık kontrolleri gibi nedenlere bağlı olarak ölüm oranlarının hayli yüksek olduğu inkar edilemez bir gerçek. Üstelik ''Karoshi'' ölümleri, uzun mesai saatlerinin neden olduğu ölümlerin yalnızca bir kısmı... Günde 8 saati aşan çalışmalarda; dikkatin dağılması, yorgunluk, açlık, dalgınlık gibi nedenlerle gerçekleşen iş kazaları sonucu yaşanan işçi ölümleri göz önüne alındığında ortaya çok daha ciddi bir tablo çıkıyor ki içler acısı...



    Bireyin sağlıklı bir şekilde çalışmalarını yürütebileceği süre; günlük en az 30 dakika ara dinlenmesi ile birlikte 8 saattir! 8 saatten sonra geçen her bir dakika ''Fazla mesai'' olup, işçinin yazılı onayına tabidir. Yazılı onay olsa dahi, fazla mesai ile birlikte günlük çalışma süresi 11 saati aşamaz ve her bir saatin ücreti, mevzuata uygun olarak hesaplanır ve işçiye ödenir. Ayrıca işçiden, işe giriş esnasında alınan ''fazla çalışma muvafakatnamesi'' yalnızca ilgili yıla ait olup, her yıl yenilenmediği takdirde geçersiz sayılacaktır.



    Mevzuattan da bahsettiğimize göre, bu aralar beni hayli mutlu eden bir Yargıtay kararından size bahsetmek istiyorum. Konu tabi ki ''Fazla Mesai''. Öncelikle böyle bir kararın alınmasına sebep olan vakaya değinmekte fayda var;



    Yer, Konya... Bir fabrikada makine bakım ustası olarak çalışan işçi,
ücreti ödenmesine rağmen fazla çalıştırıldığı gerekçesiyle iş sözleşmesini tek taraflı feshetti. İşverenin kıdem tazminatını ödememesi üzerine bu kişi, avukatı aracılığıyla mahkemeye başvurdu. Konya 1. İş Mahkemesinden çıkmış olan kararda, iş yerinden gelen bordrolarda fazla çalışma yapıldığının anlaşıldığını belirtildi. Fazla çalışmaların ücreti ödendiği için işçinin bu durumdan kaçınamayacağı ifade edilen kararda, fazla çalışmaya karşı çıkmayan davacının sözleşme feshinin haklı nedene dayanmadığı ve bu nedenle kıdem tazminatı hakkının doğmadığı belirtildi. Bunun üzerine işçinin avukatı, kararın bozulması için dosyayı temyize götürdü. İşçinin avukatı tarafından;

   ''12 yıldır aynı iş yerinde çalışan müvekkiline, son yıllarda bir insan bedeninin kaldıramayacağı kadar uzun saatler fazla mesai yaptırıldığı, son olarak dava açılmadan bir yıl önce 650 saate kadar fazla mesai yapıldığı, müvekkili işten çıktığında dahi yıllık zorunlu fazla mesai sınırı olan 270 saati fazlasıyla doldurduğu, iş yerinde fazla mesainin zorunlu kılındığı ve "Fazla mesai yapmak istemeyenlerin işten atılmakla tehdit edildiği'', müvekkilin çok yoğun çalıştığı için ailesine vakit ayıramadığı, fazla çalışma ücretinin alındığı ancak müvekkilin soğuduğu işinden çıkmak istediği'' iddia edilerek; 270 saati aşan çalışmaların insan sağlığına da zararlı olduğu gerekçesi ile açılan dava neticesinde; Yargıtay 7. Hukuk Dairesi, yerel mahkemenin kararını bozarak çalışma hayatımızda emsal teşkil edecek bir karara imza attı. Söz konusu karar şu şekildedir;

    ''Ücret alınmış olsa dahi 270 saati aşan çalışma insan sağlığına zararlı, işçi bundan kaçınabilir, iş sözleşmesini tek taraflı feshedebilir''.




   
Peki emsal teşkil eden bu kararın çalışma hayatımıza yansımaları nasıl olacak?


    Bundan böyle, 270 saatin üzerinde ki fazla çalışmalar, işçi lehine tek taraflı fesih sebebi olacak ve işçi, fazla mesai yapmayı kabul edip ücretini almış olsa dahi, kıdem tazminatını alarak işten çıkabilecektir. Böylelikle çalışma süreleri de, iş kazalarına sebebiyet vermeyecek şekilde mevzuata uygun düzenlenebilecektir.

    Yeterli mi? diye soracak olursanız - ki bu benim kişisel kanaatimdir- cevabım hayır olacak. Ancak işçi haklarının güvenceye alınması konusunda önemli bir adım olduğunu da inkar edemem. Bu kararın akabinde asıl olan; alınan kararın arkasında durulması ve gerekli denetimlerin, USULÜNE UYGUN BİR BİÇİMDE, yerine getirilmesi olacaktır.

    Yargıtay tarafından alınmış; oldukça yerinde ve emsal niteliğindeki bu karar ile birlikte dilerim pek çok işçi ve işveren; insan sağlığının ve hayatının, birtakım çıkarların üzerinde olduğu gerçeğini görerek, daha düzenli bir çalışma hayatı için elini taşın altına koyma cesaretini gösterebilecektir... İşte o zaman, ne mutlu bizlere!







3 Ocak 2017 Salı

Hoş Gel ''2017''


   DEĞİŞİM İÇİN EN GÜZEL BAHANE; YENİ BİR YIL

   

   Oldukça zor bir yılı geride bıraktık. İnkar edemem ki; 2016 pek çok açıdan OLAĞANÜSTÜ bir yıl oldu. Ekonomik, siyasi ve kültürel açıdan kimi zaman gülsek, umutlansak da çoğu zaman hüzünlendik, korktuk, tedirgin olduk, ağladık... Tabiri caiz ise sabrımız, birliğimiz, beraberliğimiz ve cesaretimiz sınandı. Terör, şiddet, darbe girişimi derken sürekli kayıplar verdik. Neşemizi kaybettik, gülümsemelerimizi kaybettik, huzurumuzu kaybettik, evlatlarımızı, kardeşlerimizi kaybettik.

   2016 biterken her birimizin içinde yeniden, yeni bir yılın umudu belirdi. Belki dedik; belki bu yıl, her şey çok daha farklı olacak. Tüm zorluklarına rağmen gülümseyerek uğurladık koca bir yılı ve gülümseyerek karşıladık 2017'nin ilk dakikalarını, saatlerini. Ta ki; tüm dünyanın kanını donduran ve hepimizin umutlarını, beklentilerini gölgede bırakan o acı haberi alana kadar. Evet;

İstanbul,

Ortaköy,

Reina...

   İnanamadım! İnanmak istemedim fakat ne kadar inkar etsek de TERÖR bu; ''insanlığın karanlık yüzü...'' Şimdi üzerine ne söylesem eksik ne söylesem yarım. Bu olayla ilgili serzenişlerimi içimde yaşayarak, ülkemiz çalışma hayatına ilişkin 2016 raporlarından hareketle genel bir değerlendirme yapmak istiyorum. Ancak bu konuya değinmeden önce; geleceğe dair her umutsuzluğa kapılışımda gözümün önüne getirdiğim, terörün karanlık yüzüne karşı her zaman hatırlamak ve hatırlatmak istediğim o aydınlık yüzü ve beni içine düştüğüm her karanlıktan çekip çıkaran o ''kareyi'' sizlerle paylaşmak istiyorum...

   Benim 2017'den en büyük dileğim; Onu daha fazla anlayabilmek, Onun fikirlerine, emanetlerine daha fazla sahip çıkabilmek, onu daha fazla yaşayabilmek... 

    Birlik ve beraberliğimizi korumak, güçlendirmek ve sonsuz kılmak için sana ve senin hatırana ihtiyacımız olduğuna yürekten inanıyorum.

                                                                                                                                                                                                           

   Gelelim asıl konumuza yani; çalışma hayatımıza ait 2016 tablosuna şöyle bir göz atmaya...


2016'da neler oldu?



  • İşsizlik oranı %11,3 olarak gerçekleşti.

  • Yaklaşık 4 milyona yakın Türk vatandaşı işsiz olarak raporlara geçti.

  • Kayıt dışı çalışanların oranı %34 olarak gerçekleşti.

  • 20 işkolunda, toplam 13.038,351 işçiden yalnızca %11'nin sendikalı olarak çalıştığı belirlendi.

  • Aylık, ortalama 150 kişi iş kazası ya da meslek hastalığı nedeni ile hayatını kaybetti. Ne yazık ki bir o kadarı da bir şekilde örtbas edildiği için istatistiklere giremedi.

  • Çalışma ve Sosyal Güvenlik İletişim Merkezi ALO 170 ekibi, yaklaşık 12 Milyon çağrı yanıtladı.

  • Mobbinge uğradığını bildiren yaklaşık 10.000 çalışana mobbing(psikolojik yıldırma) bilgilendirme desteği sağlandı. Korkarım ki çok daha fazla sayıda işçi çeşitli sebeplerle(korku,endişe,çevre ve toplum baskısı, işveren baskısı vb.) mobbing bildirimi yapmaktan çekindi.

  • Masrafın devlet tarafından karşılandığı İŞKUR İEP'e(İŞ BAŞI EĞİTİM PROGRAMI) olan talep 2016'nın ilk beş ayında; tüm yıl için hedeflenmiş olan rakamın 50.000 üzerine çıkarak 300.000 dolaylarında gezindi. Pek çok işveren halihazırda çalışan işçilerini işten çıkartarak, maliyeti devlet tarafından karşılanan kursiyerleri istihdam etmeyi tercih etti! Bu da yetmedi; günlük 7,5 saat olan program süresi işyerlerinde 9-11 saat olarak uygulandı ve denetimler esnasında,işverenlerce minareye uygun bir kılıf tabi ki bulundu.

  • Kıdem tazminatının yıllık tavan tutarı 4.297,21 TL olarak belirlendi ancak çoğu işçi,  zaten asgari ücret üzerinden sigortalı gösterildiği için bu durum onları pek etkilemedi!

......


   Anlayacağınız, 2016; çalışma hayatımız açısından da pek kolay geçmedi. 2017'ye bu olumsuz tablo ile başlamamın tek nedeni, değişim ihtiyacını tetikleyebilmektir. Nitekim, 2016'da neler yaşadığımızı, neler gördüğümüzü, neler duyduğumuzu ve ya neleri gözden kaçırdığımızı rakamlar, istatistikler ve belgeler ile ortaya koyduğumuzda; değişimin gerekliliğini inkar etmek mümkün değil.

   Yeni, yepyeni bir yıl; değişim için en güzel gerekçedir. Öyle ise; 2017'nin hem toplumsal hem de çalışma hayatımıza adalet ile birlikte sükunet ve huzur getirmesi dileğiyle...