8 Mayıs 2016 Pazar

  

       Asıl Mesele Yoğurdu Nasıl Yediğiniz...

   
   Anneannem; '' sorsan hepsinin yediği bal, biri akıta akıta biri bakıta bakıta'' derdi. O ne için söylerdi bilmem ama ben bu gün aynı sözü;  ‘’çalışma tarzı’’ için söyleyeceğim. Çünkü aynı meslek grubunda görev yapan insanları birbirinden farklı kılan, sahip olunan iş yapış biçimidir. Her yiğidin bir yoğurt yiyişi vardır ya, farklı meslek gruplarından her çalışanın ve her yöneticinin de bir yoğurt hikayesi elbet vardır...
 Üniversite yıllarımda, insan kaynakları dersi aldığım sevgili hocam, insan kaynakları yönetiminin çeşitli fonksiyonlardan oluşan bir yönetim kalıbı olduğuna inanır, belirli kuralların dışına çıkmaktan çekinirdi.  Kaldı ki dersleri bile, belirli bir prosedüre göre işler, kalıpların dışına asla çıkmazdı. Bana göre unuttuğu bir şey vardı, insan sosyal bir varlıktı ve insanın olduğu hiç bir yerde prosedürler harfi harfine uygulanamazdı. Yine de sevgili hocama ve tarzına sonsuz saygılarımı sunmayı unutmayacağım... Yüksek lisans eğitimim esnasında, dersini alma şansına ulaşabildiğim diğer bir hocam ise, kalıpları yıkmanın ne kadar keyifli olabileceğini, insanın içine girdiği hiçbir işin standartlara bağlanamayacağını öğretti bana. Buyurun işte, ikisi de akademisyen, ikisi de aynı meslek grubuna ait iki çalışan… söyledim ya; asıl mesele yoğurtta!

  Staj yıllarımda, insan kaynakları departmanında görev aldığım büyük birşirketin insan kaynakları yöneticisi, nevi şahsına münhasır bir adamcağızdı. Öyle ki, iş yeri disiplin kurulu oluşturulması esnasında, iş yerinde en fazla disiplin suçuna karışan, en uyumsuz, kaytarma eğilimine sahip çalışanları belirlemiş ve çalışan temsilcisi olarak aday göstermişti. O zamanlar, yapılanın ne kadar büyük bir haksızlık ve de saçmalık olduğunu düşünürken şimdi bambaşka bir düşünce içerisinde, kendisini ayakta alkışlama isteği duyuyorum. Nasıl oldu, neden oldu bilinmez; şirket içerisinde, disiplin cezası gerektiren suçlar bir anda bıçak gibi kesildi... Bir diğer yiğit ise çok daha farklıydı...tam zamanlı çalışmaya başladığım ilk yıllarda, sevgili insan kaynakları yöneticim; personele yapılan her iyiliğin, verilen her sosyal yardımın, gösterilen her toleransın yeri geldiğinde personelin yüzüne vurulması gerektiğine inanıyordu!! O inanıyordu inanmasına ama ben buna bir türlü inanamıyordum... Personel, kendisini yöneticisine karşı borçlu hissederse, daha verimli çalışacaktı. Adamcağızın minicik küçücük hatta ufacık kapasitesi ile hayata bakışı bu kadarcıktı... Uzatmadan sonucunu söylemek gerekirse, bu adamcağız yoğurdu ağzına yüzüne bulaştırarak yemeyi tercih edenlerdendi... sonu pekte istediği gibi olmadı, bu ayrı mevzu.

   Yaşadığım sahil kasabasının, hatırı sayılır aile şirketleri arasında yer edinmiş orta ölçekli bir şirketin yöneticisinin; insanlara iki çift kelamı ve bir ''günaydını'' çok gördüğüne, diğerinin ise kafayı fazla mesai ile bozduğuna da şahit oldum ki bu enteresan  insanların yedikleri şeyin yoğurt olduğundan bile şüphe duyuyorum.
 Sadece şirket yöneticileri, akademisyenler, öğretmenler mi? Tabiki hayır… doktorlar, mühendisler, sporcular,esnaflar, biyologlar, şoförler, yazarlar ve daha nice meslekten insanlar. Çalışma hayatı içerisinde onları, değer meslektaşlarından farklı kılan şey durup, çalışma hayatına ve işlerine bakmış oldukları pencere.  Ben mi? Eeee benimde farklı yollarım, yöntemlerim var elbet. Lakin tekrar anneannemin sözüne gelecek olursam;
      ‘’Sorsan hepsinin yediği bal, biri akıta akıta, biri bakıta bakıta’’

Aman siz hayata, daha geniş, daha renkli, daha İNSANCIL bir pencereden bakmaya çalışın. Bu güzel Pazar gününde, bunu bir düşünün isterseniz?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder